1950 – 1960 yılları arasında ‘keşke bizim takımda olsaydı’ dileklerinde bulunulan iki futbol dehası; kaleci Yılmaz Urul ve santrhaf Yıldırım İper. Milli takım formaları da giyen Urul ve İper, İstanbulspor, Fenerbahçe ve doğup büyüdüğü semtlerin takımlarında da futbol oynamış. Türk futbolunun efsane oyuncuları Yılmaz Urul ve Yıldırım İper ile dünden bugüne anılarını konuştuğumuz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Futbolla tanışmanız ne zaman başladı?
Yılmaz Urul: Futbol ile tanışmam ilk olarak mahallemde oldu. Neredeyse herkes futbol oynuyordu. Benim de kalecilik yeteneklerim vardı. Eyüp Lisesi’nin okul takımında yer alıyordum. Okullar arası
turnuvada İstanbul şampiyonu olmuştuk. Okul maçlarını seyreden birkaç kişi, Adalet Gençlik Kulübü’nde beni görmek istediklerini söyledi. 1957 yılında futbol kariyerime başladım. Adalet Gençlik Kulübü’nde Burhan Sargın, Selahattin Torkal, Erol Topoyan gibi o yılların önemli futbolcuları bulunuyordu ve kulüp o yıllarda en iyi dönemini yaşıyordu. Daha sonra semtimizin futbol takımı Kale Spor’da bir yıl oynadım. Kale Spor ile namağlup şampiyonluk yaşadım.
Yıldırım İper: Futbolun endüstri olmadığı dönemlerde semt takımları futbol camiasında büyük öneme sahipti. 1955 yılında İstanbul Ligi’nde bulunan Yeşildirek Spor’a transfer oldum. Yeşildirek’te ön libero pozisyonunda oynuyordum. Yeşildirek gerçek anlamda bir mahalle takımıydı ve yöneticilerimizin semtte işyerleri vardı. Kulübümüzde daha büyük ve tecrübeli oyuncular olmasına rağmen çok genç yaşta kaptanlık yapıyordum.
İstanbulspor ile tanışma hikayenizden bahseder misiniz?
Y.U.: Kale Spor ile şampiyonluk yaşadıktan sonra Ali Mortaş ve Turan Ergüven İstanbulspor’a transfer etmek için benimle görüştü. Ali Mortaş, ‘550 Lira aylık maaş alacaksın, başka bir isteğin var mı?’ dediğinde çok mutlu olmuştum çünkü daha 17 yaşındaydım ve babam itfaiye çavuşu olmasına rağmen 650 Lira maaş alıyordu. İstanbulspor kariyerim, ligin kurulduğu 1959 yılında başladı. İlk maçımızı İzmir’in Altay Kulübü’yle oynadım ve maçı 2-1 kaybettik. Daha sonra da Ankara’nın Demir Spor Takımı’yla gece maçı oynadık. Bu maçta da şansız bir gol yiyerek 1-0 mağlup olduk ve 27 maç yedek bekledim. Fenerbahçe’nin eski meşhur stadı Papazın Çayırı’nda antrenman yapıyordum. Kendimi çok iyi geliştirdim ve hiç yedek kalmadım. Yıllarca benim arkamda Mete Bozkurt, Yasin Özdenak, Turgay Şeren gibi çok iyi kaleciler yedek bekledi.
Y.İ.: 1964-1965 sezonunda Fenerbahçe’de oynadım. Sonraki sezonda da İstanbulspor’a transfer oldum. 1967-68 sezonunda küme düşmemize rağmen birçok arkadaşım gibi takımdan ayrılmadım. İdarecilerden futbolculara, malzemecisinden taraftarına herkes aile gibiydi. Arkadaşlarımızla birlikte güzel başarılara imza arttık.
Futbol oynadığınız dönemlerde İstanbulspor tam bir futbolcu fabrikasıydı. Bunun en büyük sebebi nedir sizce?
Y.U.: Her sene Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’a futbolcu gönderirdik. Bunun en büyük sebeplerinden biri de Ali Mortaş’tı. İyi futbolcuyu tanırdı. O zamanki futbolcuların çoğunda Ali Mortaş’ın emeği vardır.
Y.İ.: Ben Ali Mortaş zamanında Yeşildirek’te oynuyordum. Şunu net bir şekilde biliyorum ki, futbol oynadığımız dönemdeki A Milli Takımı’nın neredeyse bütün futbolcularını Ali Mortaş keşfetmiştir.
Milli takımda oynama fırsatınız oldu mu?
Y.U.: Genç Milli, Ümit Milli, A Milli ve askerlik sürecimde de Ordu Milli Takım’ında oynadım. Polonya, Romanya gibi ülkelere karşı kalemizi korudum. Romanya maçından sonra ceza yedim. Ordu Milli Takımı’nda da teknik direktörümüz Beşiktaş’ı da çalıştıran Doğan Andaç’tı. Doğan hocam beni İspanya’daki dünya şampiyonasına götürmeyi istiyordu fakat cezam vardı. Göztepeli Ali Altuner ve Mümin Özkasap da kadromuzda yer alıyordu. Bu gibi isimlere rağmen Doğan Andaç beni kadroda görmek istiyordu. Doğan hocamla birlikte Ordu Spor Şubesi’ne gittik. Cezamı kaldırmak için 1965 senesinde TFF Başkanı Orhan Şeref Apak’ı aradılar ve o da bunu kabul etti. İspanya’da ilk maçta beyin
sarsıntısı geçirdim ve 3 ay futbol oynayamadım. Kolektif pasaport olduğu için de ülkeye dönemiyordum. Şampiyona sona erene kadar turist gibi bir ay kaldım. Orhan Şeref Apak, Ordu Milli Takım kampına katıldı. Kurmay Albay İsmail Hakkı Güngör, başkana Ordu Milli Takımı ve A Milli Takımı bir maç yapmasını ve yenen takımın da İran, Irak, Türkiye ve Suriye’nin katıldığı Sento Kupası’na gitmesini önerdi. Başkan da bu teklifi kabul etti. Ordu Milli Takımı olarak son dakikalarda Coşkun Şahinkaya’nın
freekickten attığı golle 3-2 kazandık. Sento Kupası’nda da iyi mücadele ettik ve kupayı ülkemize getirdik.
Y.İ.: Yeşildirek’teki performansım herkesin dikkatini çekmişti ve o dönemde Genç Milli Takımı’na seçildim. Futbola başladığım günden beri her zaman santrhaf oynadım. Genç Milli Takımı’nda oynarken Orhan Şeref Apak ile Cihat Arman benim forvet oynamamı söylemişti. Askerlik sürecimde Ordu Milli Takımı’nda görev aldım.
Fenerbahçe’de futbol oynadınız. Transfer sürecinizi anlatabilir misiniz?
Y.U.: Askerliğimin bitmesine bir ay varken komutanım Seyfettin Karadayı beni askeri mahkemeye verdi. Affetmek için tek şartı Fenerbahçe’de oynamamdı. Ben de teklifini kabul ettim. Onunla birlikte Fenerbahçe takımının kaldığı Ankara Palace’a gittik. O zamanlar Başkan İsmet Uluğ, yardımcısı ise Faruk Ilgaz’dı. 1966 yılında ara döneminde 60 bin Lira’ya transfer oldum. İlk maçımı Türkiye Spor Yazarları Kupası’nda Galatasaray’a karşı İnönü’de oynadım. Metin Ağabey (Metin Oktay) penaltı kaçırmıştı ve maçı 1-0 kazanmıştık. İkinci maçımı da Vefa Spor’a karşı oynadım. Maç 2-0’dan 2-2 olmuştu. Fenerbahçe’de 6 ay oynadıktan sonra İstanbulspor’a döndüm. 1973 yılına kadar İstanbulspor’da oynadım ve sonra bir yıl Mersin İdman Yurdu’nda oynadım. Burada oynadığım sene de güneyin en iyi futbolcusu seçildim. 1974 yılında da futbolu bıraktım.
Y.İ.: Askerlik sürecim bittikten sonra 1964-65 sezonunda Fenerbahçe’ye imza attım. Benim sarı-lacivertli formayla kariyerim bir yıl sürdü. Galatasaray maçında bir gol atmıştım. Oynadığım sezonda şampiyonluk yaşadım.
Yılmaz Bey, unutamadığınız bir anınız var mı?
Y.U.: Metin Oktay, benim hayran olduğum isimlerden biriydi. Portekiz maçı öncesinde Yeniköy’de kamp yapıyorduk. Metin Ağabey ile de aynı odada kalıyorduk. Odanın cam kenarında kitap okurken, Metin Ağabey camı kapattı. ‘Kaptan sen bana söyleseydin kapatırdım’ dedim. ‘Kitap okurken seni rahatsız
etmek istemedim, bu yüzden ben kapattım’ dedi. Metin Ağabey böyle duyarlı ve mütevazi bir insandı. Metin Ağabey gibi kariyere sahip, ülkenin en tanınmış futbolcusu olan başka biri böyle davranmazdı.
Oynadığınız dönemi günümüz futbol şartları ile kıyasladığınızda, farklılıklar neler?
Y.U.: Şimdiki modern toplar yerine su çeken, sırımlı toplarla futbol oynardık. Yuvarlak toplarla antrenman yaptığımı hiç hatırlamıyorum. Kramponlara çivi çakardık. Bazen maç esnasında çivi çıkar, ayağımıza batardı. İzmir’deki stad kömür tozuydu. Maçlardan sonra cımbızla etimize batan kömürleri
çıkarırdık.
Y.İ.: Modern futbolda her şey sporcu sağlığına yönelik ve öyle de olması gerekiyor. Maç esnasında ayakkabımız yırtılsa ikincisini zor bulurduk. Toplar su çektiğinden ağırlığı 3 kiloya kadar çıkardı. Kafa vuruşları inanılmaz zor olurdu. Yağmur yağdığında kömür tozlu sahalar, adeta beton haline dönüşürdü.
İstanbulsporlular Derneği’nin çalışmalarından bahseder misiniz?
Y.U.: İstanbulspor’da oynayan eski futbolcular olarak çok iyi bir arkadaşlığımız var. Derneğimiz vasıtasıyla belirli günlerde bir araya geliyoruz ve birbirimizden haberdar oluyoruz.
Y.İ.: Fırsat buldukça dernek çalışmalarına katılıyorum. Derneğimiz, mağdur olan arkadaşlarımıza destek sunuyor. Bu aile olduğumuzun en büyük kanıtıdır. Çok büyük kulüpler ancak bunu başarabilir.