spot_img

Herkese Karşı Tek Başına: Toplumlar Nasıl İleri Adım Atabilir?

“Eğer birisi çoğunluğun anlaştığı şeye katılmamız gerektiğini söylerse, bunun yararsız olduğunu söylemeliyiz. Çünkü öncelikle ‘doğru olan’, şüphesiz ki nadir olandır
ve bu nedenle bir kişinin çoğunluktan akıllı olması mümkündür.”
Sextus Empiricus, Pironizmin Ana Hatları, Kitap II, çev. Örsan K. Öymen, Yeditepe’de Felsefe, sayı 2, İstanbul 2003, s.10

Herkese Karşı

Bir toplumda, yaşanan herhangi bir olay, bir durum karşısında bazı zamanlar bireylerin kendi içlerinde fikir ayrılıkları yaşayabilmeleri mümkündür. Bu fikir ayrılıkları içerisinde, ideolojik olarak bilinense; çoğunluğun destek verdiği tarafın haklılığı, baskınlığı veya öncelikli olarak söz sahibi olacağıdır. Ancak Empiricus, bu ideolojiyi reddederek doğru olanın; şüphesiz nadir olan olduğunu ve bir kişinin çoğunluktan akıllı olmasının mümkün olduğunu dile getirmiştir. Empiricus’un bu sözüne farklı açılardan bakabiliriz. Mesela Nietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te, iktidarın burjuva sınıfına ve alt kesimden insanlara karşı uyguladığı baskıya karşılık, bu kesimden insanların bu duruma ne şekilde olursa olsun
dirayet gösterebilmesinin mümkün olduğunu ifade etmiştir. Fakat insanların, buna karşılık hiçbir dirayet gösteremediklerini söyleyen Nietzsche kendisini, bu sisteme karşı dirayet edebilen tek kişi olarak gördüğünden üst insan ilan etmiştir. Nietzsche’nin ifade ettikleriyle beraber, Empiricus’un sözüne şöyle bir açıdan yorum getirebiliriz: Kapitalist sistemde yaşayan insanlar, görünen yanlışlara karşın o yanlışı sorgulamamaları sebebiyle göz göre göre yanlışı tercih etmektedirler. Nietzsche’ye göre bu hep böyle olmuştur ve böyle devam edecek gibi gözükmektedir. Keza Zeki Demirkubuz, Nahid Sırrı Örik’in “Kıskanmak” adlı romanını uyarladığı filminde, 1930’lu yılları bizlere yansıtırken, Türkiye’de yaşanan sıkıntılara bireysel bir açıdan bakarak toplum ile ilişkilendirmiştir. Bunun da ötesinde Demirkubuz, insanların 1930’lu yıllardaki karakterlerinin, kişiliklerinin, şu zamanda da aynı olduğunu aktarmaktadır. 19. yüzyılda yaşadığını düşünürsek, Nietzsche’nin de o dönemde aynı görüşü savunması, Demirkubuz’un iyiliğin, değerlinin, sadakatin bir çözüm arayışı olarak ortaya çıktığı, düzen ve iktidar kavramlarının en derinine indiğimizde biz insanların yaradılışının özündeki sakatlığa ulaşacağımız sonucuna bizleri ulaştırır. Empiricus’un sözü, bir başka açıdan bakıldığında tıpkı Jean Paul Sartre’ın “Bulantı” adlı romanında Roquentin adlı karakterin, diğer insanlardan tek farkının yalnızca ve yalnızca okumak olduğunu savunmasıyla ilişkilendirilebilir. Keza Empiricus’un cümlesine tekrardan geri dönüş yaptığımızda, insanların sorgulamaması konusunu, insanların okumaması ile ilişkilendirerek genişletebiliriz. Jean Paul Sartre’ın “Bulantı”sında karşımıza çıkan cümlenin doğurduğu sonucun bir benzerini de, Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” adlı filminde, diğer arkadaşlarından farklı olması sebebiyle Muharrem karakteri yaşar.

Herkese Karşı

Filmin büyük bölümünde, arkadaş grubu içerisinde bir zamanlar sahtekar olarak dile getirilen Cevat’ın, en iyi roman ödülü alması ile İstanbul’a gideceğini öğrenen arkadaşları tarafından kendisine yemek düzenlenmesi ve Cevat adına düzenlenen yemeğin ‘onur yemeği’ olarak adlandırılması, bununla birlikte, yemekte Muharrem dışındaki herkesin Cevat’a dostça davranması ve Cevat ile arkadaşlarının, Muharrem’in azınlık oluşundan dolayı onu küçümseyerek yemeği topluca terk etmeleri anlatılmıştır. Filmde karşımıza çıkan bu olaylar neticesinde, insanların bütün bu davranışlarının özünde; sistemin gerektirdiği şekilde yaşayıp, kaderlerinin peşinden sürüklenmeleri ve yalnızlığı mağlubiyet olarak görüp yalnız olan bireyi de bu yüzden ezmeye kalkışmaları yatmaktadır. Bunu kapitalist sistem ile ilişkilendirecek olursak, Demirkubuz’un şu sözünü anımsamamız yanlış olmayacaktır: “Ezilenin gücü ele geçirdiğinde ilk yaptığı iş diğer bir ezileni boğmaktır.”[1]

Herkese Karşı

Bununla birlikte Karl Marx ise, modern dünyanın temelde bu nedenden ötürü belli bir zaman sonra çatırdayacağı ve en sonunda yıkılacağı inancını benimsemiştir. Bu sistemin çatırdamasına sebep olabilecek ilk adım ise, Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te dediği ve Muharrem’in “Yeraltı” filminde gösterdiği gibi, insanların yeri geldiğinde immoralizmlerini kullanmalarının gereksiniminden başka bir şey değildir. Üçüncü paragrafa dair yapılabilecek bir yorum da, bir kişinin çoğunluktan akıllı olmasının, tıpkı verdiğim “Yeraltı” filmi örneğinde olduğu gibi, o kişinin toplum tarafından ötekileştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu kendi içinde kabullenmesiyle gerçekleşeceğidir. Keza Albert Camus’nun “Yabancı” adlı romanında Meursault mahkemede yargılanırken, asıl yargılanma sebebinin biz okuyuculara sorulduğu bölümü hatırlayalım. Meursault, acaba bir Arap adamı öldürmesi sebebiyle mi yargılanmaktadır yoksa annesinin tabutunun karşısında, cenazesinde herkes gibi ağlamaması sebebiyle mi? Annesinin tabutunun karşısında sütlü kahve içmesi, hatta
annesinin ölümünden bir mutluluk duyduğunu paylaşması mı onu idama götüren asıl sebeptir?
Bu noktada Empiricus’un sözünü dikkate alarak kabul etmemiz gereken detaylardan bir tanesi, bir kişinin diğer insanlara karşı belirgin bir haklılığı söz konusu olsa bile, diğer bütün sistemlerde barış ve adalet kavramlarının temel anlamının yeri geldiğinde yalpalaması olasılığının geçerli olduğudur. David Mitchell’ın aynı adlı romanından uyarlanan “Bulut Atlası” filminde dikkat çekici bir cümle yer almaktadır: “Denizler damlalardan oluşur.” Ve nasıl ki denizler damlalardan meydana gelmişse, işte aynı şekilde toplumlar da bireylerden ve onların haklarından, özgürlüklerinden oluşmuş ve somut olan bireysel
özgürlükler dünyası, bireyler silsilesinin bir devlet yapılanması içerisinde bir araya gelmesiyle kendisine soyut bağlamda ortak bir özgürlük alanı yaratmak zorunda kalmıştır. Bu sayede de toplumsal özgürlük
diye nitelendirdiğimiz bir kavram literatüre girmiştir. Bu noktada ise iş, Nietzsche’nin çağrıda bulunduğu üst insanlara düşmektedir. Bu bireyler, Demirkubuz’un vurguladığı üzere “tarihin, hiç gitmeyecekmiş gibi görünen güç ve iktidarların çöplüğü” [2] olduğunun farkına varmalıdır. Bunun devamında, Nietzsche “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te haklı olarak ısrarla, her insanın üst insan olmak için yaşadığını, güç istencinin olduğunu ve farklı olan bireyler gibi diğer bireylerin de ileri adım atabilmelerinin ancak ve ancak immoralizmlerini kullanmaları ile gerçekleşebileceğini hafızalarımıza kazımamız gerektiğinden
bahseder. Çünkü nasıl ki toplum denilen kavram aslında soyutsa, var olan denizler de aslında soyuttur.
Bizim sadece baktığımız ise onun rengi ve tadıdır ama onun ötesinde görmediğimiz, göremediğimiz derin bir kıvam yatmaktadır.

Kaynakça

  1. Kürşat Saygılı, Yeraltı (2012): Arzu ile İktidarsızlık Arasında İmmoralizm, http://www. cinerituel.com/2015/11/yeralti-2012-arzuile- iktidarsizlik-arasinda-immoralizm.html, (24.11.2015)
  2. Çınar Oskay, Nuri Bilge’yle 2006’dan beri konuşmuyoruz, http://www.hurriyet.com.tr/ kelebek/hayat/nuri-bilgeyle-2006dan-berikonusmuyoruz- 30167524, (28.09.2015)
    (*) Bu yazı ilk olarak Kirpi Edebiyat ve Düşün Dergisi’nin Ağustos 2017 sayısında yayımlanmıştır.