15.8 C
İstanbul
28 Mart Perşembe

Buy now

Geçmişten Günümüze Bir Kültür Mozaiği: Galata

İçinde yaşattığı farklı kültürlerle adeta bir kültür mozaiği aynası olan Galata, sahip olduğu din, dil, ırk ve sosyal sınıf farklılıklarına rağmen tarih boyunca rengarenk bir bölge olma özelliğini korudu. Fakat geçmişinde oluşan çok kültürlü yapı, bölgenin zaman içerisinde çeşitli değişimlere uğramasına neden oldu. Heybetli yapısıyla yüzlerce yıldır İstanbul’u gözleyen Galata Kulesi ise İstanbul dendiğinde akla ilk gelen yapılardan biri haline geldi. Ziyaretçilerine İstanbul’un eşsiz manzarasını seyretme ayrıcalığı sunan bu büyülü yapının ve her yıl hem yerli hem de yabancı olmak üzere binlerce ziyaretçi ağırlayan Galata bölgesinin bilinmeyenlerini gelin birlikte inceleyelim.

Romalılar döneminde İstanbul’un 14 mahallesinden 13’üncüsü olarak kayda geçen Galata bölgesi, kendi içinde mahallelere ayrılıyordu. Buradaki ilk yerleşimin hangi tarihte başladığı bilinmese de, bunun Romalılardan önce olduğu düşünülüyor. O dönemlerde de büyük öneme sahip olduğu düşünülen bölge için kaynaklarda, 4. yüzyılda Büyük Konstantin’in ölümünden sonra gömülmek istediği yer olarak belirtiliyor. Tarihler 6. yüzyılı gösterdiğinde Roma imparatorlarından biri olan Jüstinyen, Galata’yı düzenler. 13. yüzyılda ise burada bir Ceneviz (Cenova) kolonisi kurulur ve bölge, Roma İmparatorluğu’nun denetiminde özerk bir bölge haline gelir. Ardından bölgeye Venediklilerin gelmesiyle birlikte limanlar vasıtasıyla ticaret atılımları yapılır. Galata’ya geliş tarihleri Roma’nın zayıfladığı döneme denk gelen Cenevizliler, bölgeyi surlarla çevirir. Surların bir kısmını daha sonra yıkmak zorunda kalsalar da Cenevizliler geri adım atmaz ve bu kez çok sık aralıklı binalar inşa ederler. Kıymetli bölgenin en yüksek yerine de gözetleme amacıyla, İsa Kulesi adını verdikleri bugün İstanbul’un göz bebeği yapılarından biri olan Galata Kulesi’ni dikerler.

1453’te İstanbul’un fethinden sonra Cenevizliler, buradaki iskan haklarını korurken, ticaretlerini de sürdürdü. Cenevizliler ve Venedikliler, İstanbul’un fethinden sonra bölgeyi Fatih Sultan Mehmet’e teslim etse de Osmanlı 1800’lü yıllara kadar hem devlet hem de halk olarak Galata’ya mesafeli durdu. Araştırmalara göre bunun nedeni de 1600’lerde bölge halkının yüzde 80’inin Hristiyan olması idi. İlerleyen yıllarda bölge kendi içinde, 70 Rum, 18 Müslüman, 3 Frenk ve 1 Yahudi mahallesi olmak üzere yerleşkelere ayrıldı.

Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 507 yılında Fener Kulesi olarak inşa ettirilen bu kule, Haçlı Seferleri sırasında yaşanan yangın felaketi nedeniyle büyük bir yıkıma uğrar ve 1348 yılında Cenevizliler tarafından İsa Kulesi adı ile yeniden inşa edilir. Bu nedenle kulenin günümüzdeki hali dikkate alındığında, yapım tarihi olarak 1348 yılı kabul edilebilir. Cenevizlilerin uzun süre savunma için kullandığı bu yapı, 1453’te Osmanlı hakimiyetine geçer. 1509 yılında ise kule, İstanbulluların “Küçük Kıyamet” olarak adlandırdıkları depremde ciddi zararlar görür. Dönemin önemli mimarlarından Hayrettin tarafından onarılan yapı, Kanuni Sultan Süleyman döneminde hapishaneye çevrilir. Kasımpaşa tersanesinde çalışan mahkumlar bir süre burada tutulur. Galata Kulesi’ne günümüzdeki görünümünü kazandıran çalışmalar II. Mahmut döneminde gerçekleştirilirken, yapı 1967 yılında turizme kazandırılır. Her daim telaşlı kalabalığı ile İstanbul’un silüetine gizemli bir hava katan Galata Kulesi, Tünel ile Karaköy arasında yer alıyor. İstanbul’un tarihi yapılarından biri olan kule, 69.90 metrelik bir yüksekliğe ve yaklaşık olarak 10 bin tonluk bir ağırlığa sahip.

17. yüzyılda yaşayan Hezarfen Ahmed Çelebi, uçma tasarısını 1623-1640 yılları arasında hüküm süren 4. Murat zamanında eyleme geçirir. Engin bilgilerinden dolayı halk arasında “binfenli” anlamına gelen “Hezarfen” lakabıyla anılan Çelebi, yapay kanatlar üretir ve 1632 yılının lodoslu bir İstanbul sabahında, İstanbulluların meraklı bakışları önünde, yapay kanatları yardımıyla kendini Galata Kulesi’nden boşluğa bırakır. Lodostan yararlanan Çelebi, 3358 metrelik bir mesafeyi kat ederek Üsküdar’a iner.

Bizans ve Cenevizliler döneminde Galata surlarının bir parçası olarak kenti savunma amacıyla kullanılan Galata Surları’nın bugün büyük bir çoğunluğu yıkılmış durumda. İstanbul’un fethi sırasında tarafsız kalan Cenevizliler, fetihten sonra bölgenin kendilerinde kalacağını umuyormuş. Fakat İstanbul’da batılılara ait bu denli güçlü bir kalenin varlığı Fatih Sultan Mehmet’i rahatsız etmiş ve “Hristos Surları” olarak da adlandırılan bu surların büyük bir bölümünü yıktırmıştır.

Galata, yalnızca kulesiyle değil ev sahipliği yaptığı mekanlarıyla da tam bir çekim noktası. 2015 Ağustos’unda açılan Nola Galata İstanbul da bu mekanların başında geliyor. Restoran izninin alınmasının dahi yaklaşık dört yıl sürdüğü bu tarihi yapıya, metruk bir halde iken bugünkü şeklini alabilmesi için ciddi yatırımlar yapılmış. Günümüzde Nola Galata İstanbul Restaurant’ın bulunduğu bina, geçmişte College Des Freres St. Pierre Okulu’nda görevli olan Sörler (Freres) tarafından yatakhane ve misafirhane olarak kullanılırdı. Diğer Sörler yurdunun yetersiz kalması sebebiyle 1900’lü yılların
başında yapılan bu bina, 1935 yılına kadar bu şekilde kullanılmış. 1935 yılından sonra satılan bu bina,
1962 yılına kadar da postal fabrikası olarak faaliyet göstermiş. Yerine Türkiye’nin bir dönem birçok ünlü
isme ilham kaynağı olan Yordan Usta’nın Mobilya Atölyesi açılmış ve 1990’lı yılların sonlarına kadar da faaliyetlerini sürdürmüş. 2010 yılında orijinal yapısını koruyacak şekilde tadilata alınan yapı günümüzde Nola Galata İstanbul Restaurant olarak işletmesini sürdürüyor. 250 kişi kapasiteli olan Nola, yüksek
tavanlara, ferah oturma alanlarına sahip iki kattan oluşuyor. Nolart olarak isimlendirilen mekanın üst katı ise 60 kişilik kapasiteye sahip. Nolart’da resim sergileri, canlı müzik performansları gibi kültürel etkinlikler organize ediliyor. Menü konsepti Fransa, İtalya, Güney Afrika ve Türk mutfağından lezzetlerin bir karmasından oluşan Nola Galata İstanbul, “gurme fabrikası” olarak değerlendiriliyor. Menüdeki tüm tarifler, ait olduğu mutfağın orijinal tarifleriyle hazırlanıyor. Tabii sadece tarifler değil, malzemelerin de hemen hemen hepsi orijinal yerlerinden temin ediliyor.